Muammer Çelik

Yanlışları ile doğruları ile bir fani :-)

Muammer Çelik

Yanlışları ile doğruları ile bir fani :-)

İstanbul, 21 Nis 2015

Vakıf Mallarının iadesi üzerine kısa değerlendirme.

ADALET SADECE BANA VE BENİM GİBİ DÜŞÜNENLERE DEĞİL…, HERKESE ADALET…..
Bir Ermeni vakfı olan Sansaryan Han ile ilgili tartışmalara istinaden yazıyorum.
Bugünlerde gayrimüslim vakıflarının iade edilmesi veya iade edilmemesi üzerine tartışmalar sürerken vatandaşlarımızın çok az bir kısmı “kesinlikle iade edilmemeli” diyor. Yine vatandaşlarımızdan çok az bir kısmı da “gasp var ise iade edilmeli” diyor…
Vatandaşlarımızın pek çok kısmı konu hakkında bir şey söylemiyorlar, çünkü konuya ilgisizler ve duyarsızlar;  kendilerinin dışındaki dünyaya kör, sağır ve dilsizler…
———-
1930lu yıllardan sonra devlete hakim olan zalim zihniyet, camilerin, kiliselerin vakıf mallarına el koymuş ve hepsini vakıflar genel müdürlüğüne bağlamış… Halen de böyle sürüyor…
Son zamanlarda VAKIF MALLARININ İADE EDİLECEĞİ söylenmişti… Ama uygulamada teoridekiler pratikte uygulanmıyor galiba…
Geliri ile fakir ve yetim Ermeni çocukların eğitim, barınma ve beslenme ihtiyaçlarının giderilmesi amacı ile yaptırılan SANASARYAN HAN 1935 yılında Patrikhane’nin elinden alınıp vakıflara devredilir. Son kanuni düzenlemeler ile patrikhane hanı geri almaya çalışır…
Ama maalesef bürokrasi halen direnmekte…
Tüm camilerin, kiliselerin, cemaatlerin malları iade edilmeli, o mallar hakkında tasarruf onları yaptıranlara verilmeli…
Vakıf mallarını kasıtlı suistimal etmek büyük vebal getirir.
Eğer bir Müslüman olarak Müslüman olmayanların haklarını da savunabiliyorsam, o zaman Müslüman olmayanlardan da Müslümanların haklarına sessiz kalmamalarını talep edebilirim…
Islam dini kuralları ile idare edildiği iddia edilen Osmanlı Devleti’nde devletin varlığına son verilene kadar Hıristiyanlar ve Yahudiler de Müslümanlar gibi vakıflalar kurup, nesillerini emanet etmek istemişlerdir…
Din kurallarından uzak laik, sosyal hukuk devleti olduğunu iddia eden devletimiz ise, hak kurallarından uzak bir şekilde oluşturduğu kanunlara dayanak gösterip tüm camilerin, kiliselerin, havraların, medreselerin, cemaatlerin mallarına el koymuştur…
Bu ne yaman çelişki…
İslam’ın ilk zamanlarından beri, özellikle SELÇUKLU ve Osmanlı’da (bazı kiliselerin camiye çevrilmesini istisna aynı zamanda kabul edilmez sayarsak) hiçbir zaman Yahudi ve Hıristiyan kişi ve cemaatlerin mallarına el konulmamıştır…..
Saygılarımla…
Muammer Çelik
İstanbul, 21 Nis 2015 20:21

Bu konu ile ilgili arkadaşlarımın itirazlarını da buraya almak isterim. Arkadaşlarım ile olan yazışmalar da aşağıdadır.

Ali Şancı: 1930 ları yargılarken, o yılların şartlarını da göz önünde bulundurmak gerekiyor! 1930 lara kadar, yurdun çeşitli bölgelerindeki, şeyhlerin, şıhların ayaklanmaları, Cumhuriyet aleyhine çalışmaları bir yanda, müslüman olmayan toplumların, o yıllarda el koyulan mekanlarda, ruhani liderleri öncülüğünde, ingiliz ve fransız desteğinde de, bunların cumhuriyet aleyhine çalışmaları vardı! O yılların teknolojik ve lojistik şartları altında, isyanlar genellikle kanlı bir şekilde bastırılırken, Lozan ve Montrö anlaşmaları neticesinde, özel konuma sahip azınlıkların olası isyanını önleyebilmek, onları hem koruma, hem de onlardan korunma amaçlı olarak, kilise ve havraların ellerindeki bu mülklere, korun(ul)ma amaçlı olarak el koyulmuştu.
Bu taşınmazların, günümüz şartları ve olanakları göz önüne alınarak, gerçek sahiplerine iade edilmeleri gerekir diye düşünüyorum. Ama bugünkü hükümet, bu mekanların Rantı yüksek olanlarını iade edeceğini düşünmüyorum.

Muammer Çelik: Ali Abi Hangi amaçla olursa olsun, mallara el konulmasını kabullenmiyorum… Zulümdür… Kimin malına el konursa konulsun zulümdür, gasptır diye düşünüyorum…
1930lu yılların şartlarını ne kadar göz önünde bulundurursak bulunduralım, bu zülmü, gaspı mazur gösteremez…
Bana göre bir insan mevcut kanunlara göre -zalimce de olsa- cezalandırılacak olursa, onun mallarına el konulması haydutluktur…
Ve bu el konulan malların çoğu yine o yıllarda ve takip eden yıllarda günümüze kadar birkaç kez el değiştirmiştir… Yani bu el koymayı masum ve iyi niyetli görmüyorum… Gerçi o yıllarda dünyada faşizm ve totaliterizm pirim yapıyordu, Türkiye’de de aynı idi, hiç farkı yoktu (bana göre)… Tabii bunu burada biz karara bağlayamayız, ben de her insan gibi başkalarınca yanlış görülse de kendimce doğru bildiklerimi veya sandıklarımı yazarım…
Yukarıda yazdığım olayda ise, hatanın ısrarla sürdürülmesi olayı var… Vakıflar genel müdürlüğü, başkasının gaspedilmiş malını halen kiraya verme cüretini gösteriyor…
Eğer içerisinde oturanların ticari hakları falan düşünülecek olursa, o zaman da bu işi gaspedilmeden önceki sahibine bırakmalı…. 
Muammer Çelik:  Ali Abi, bir de bu hükümet rant nedeni ile malları iade etmez diye yazmışsın ya: O konu ile de birkaç cümle yazayım: Şu anki yönetimin taktir ettiğim yönlerinden birisi de, azınlık vakıflarının mallarının iade edilmesine yönelik bir kanun yapılmış olması…. Keşke sadece azınlık vakıfları değil de, çoğunluk vakıflarının malları da iade edilse….
Ayrıca yine bu yönetimin eksikliği, buradaki azınlık malları iade edilirken, Balkanlarda kalan bir sürü vakıf vs. mülkiyet haklarımızın arkasına düşecek bir komisyonun kurulmaması..

Mahmut Naci Hoca: Yazılan yorum silinmiş, anlayamadım nasıl oldu. Ama cevabı aşağıdadır. 
Muammer Çelik:
 Mahmutnaci Kardeşim, Fetih sembolü olarak bir yerdeki kilisenin camiye çevrilmesi geleneği olmuş olsa dahi, yapılan işin adaletli olduğunu göstermez. atalarımızın böyle bir geleneğinin olması, bunun adaletli ve islami olduğunu da göstermez…

Düşünelim: Yahudinin arazisi cami yapılmak amacı ile elinden alınır ve arazinin bedeli de ödenir, Yahudi HZ. Ömer’e gelir ve şikayette bulunur… Hz. Ömer valiyi çağırır, parası ödenmiş olmasına rağmen, yahudinin rızası olmadığı için caminin derhal yıkılmasını ve zararın tazminini emreder…. Bizim için atalarımızın fetih geleneği değil, Hz. Ömer’in davranışı ölçü olmalı derim…
(kötü bulduğum bu gelenek dışında) Selçuklu ve Osmanlı atalarım, insanların, cemaatlerin, dinlerin mal ve mülklerine el koymamışlardır, güçleri yettiğince de korumuşlardır… Bunun da en güzel örneği 1914 yılına kadar Anadolunun değişik yerlerinde inşaatına başlanmış yüzlerce kilise ve sinagog görebeliriz… Yani savaş yıllarında bile insanlar Osmanlı’daki mal emniyetine güvenip, inşaat, tamirat vs. yapmışlardır…
Balkanlar’da Osmanlı, Yunan birlikleri karşılıklı savaşırlarken, Kapadokya’da Rumlar Türkler ile komşuluk ilişkilerini sürdürüyorlardı ve hatta 1914 yılında Cemil, Derinkuyu ve Sinesos köylerindeki kiliseleri tamir ettiriyorlardı…
Eğer mal emniyeti olmasa, neden masraf etsinlerdi… Ve (başka bir konu ama) mutlaka bir ayrılığı da hesaplamamış olmalılar…

Ali Şancı: Fatih Sultan Mehmet’in, İstanbul da Ayasofya ya el koyma nedeni neyse, 1930 ların nedeni de aynıdır! Şer ve Şiddet yuvalarının güvence altına alınması.. Tabii günümüzde preventisyon önlemleri bu kadar gelişmişken, bunları hala sahiplerine iade edilmemesi utançdır!

Muammer Çelik: Ali abi, katılmıyorum. ikisi de aynı değil.

1. Ben Hz. Ömer’in yukarıda bahsettiğim uygulaması ile Fatih Sultan Mehmet’in uygulaması arasında tercih yaptığımda, tercihim Hz. Ömer’in uygulamasından yana.
2. Eğer ben Fatih Sultan Mehmet olsa idim, kesinlikle Ayasofya’yı camiye çevirmezdim; onun yanına daha mükemmel bir cami yaptırırdım. Cami ve kilise birbirleri ile dostça komşuluk yaparlardı; veya tatlı bir rekabet içerisinde olurlardı.
3. Ayasofya’nın camiye çevrilmesi o zamanın anlayışı ile hakimiyet gücünün ispatı idi. Cumhuriyet döneminde vakıf mallarına el konulması ise resmen bir talandır. Çünkü bir tane vakıf malına el konulmuyor; tüm vakıf mallarına el konuluyor.
Eğer herhangi bir emniyet veya güvenlik amaçlı el koyma olmuş olsa idi, bu vakıf malları başka kişilere satılmaz veya peşkeş çekilmez idi.

Isa Imamoğlu: Hz. Ömer(R.A) uygulaması ile Fatih’in feth edilen ülkelerde ki uygulaması aynı.Hiç bir farklılık yok. ASRI SAADET’TEN bu yana bir ülke Müslümanlar tarafından feth edildiğinde orada bulunan en büyük havra, kilise vb. camiye dönüştürülür ve fethin sembolü kabul edilir. Keza Şam feth edilince şimdi ki Emeviye camii de kiliseden,camiye dönüştürülmüş, fetih sembolü olmuştur. İlk cumanın da fethin sembolü olan cami de kılma geleneği vardır. Bunun dışında hiç bir havra ve kiliseye dokunulmaz. Dokunulmuşsa haksız ve adaletsiz bir tasarruftur.

Muammer Çelik: İsa Bey kardaşim, Dört halife tarafından fetih sembolü olarak camiye çevrilmiş herhangi bir kilise veya havranın olmadığı bilgisini edinmiştim.
Şam Emeviye camisi diyorsun… Adı üstünde Emeviye camisi…. Yani Emeviler tarafından eski bizans katedralinin üzerine büyütülmüş bir cami…… Her ne kadar Şam hicretin ilk 15 yılında fethedilmişse de Emeviye Camisinin hikayesi 705-720 li yıllarda başlar… Yani önceden katedral… Yanlış bilgilendirilmemişsem (yanılma hakkımı mahfuz tutarak) benim bilgim böyle…

Isa Imamoğlu: Şam’a nereden gelirseniz gelin Emevi Camisi karşılar sizi. Şam Kalesi’nin yanında şehrin merkezinde yükselen bu cami, İslam dünyasının ayakta kalabilen en eski mabetlerinden biri. Şam’ın tarihi kadar eski olan Emevi Camisi, yeryüzünde bulunan camilerin en büyükleri arasında yer alıyor aynı zamanda. Güzelliği, ihtişamı, sanatsal ve tarihi değeriyle eşi ve benzeri bulunmayan Emevi Camisi’nin geçmişi milattan önceye kadar dayanır. Hıristiyanlık öncesi Roma’da üçüncü yüzyılda Jüpiter tapınağı inşa edilir. Roma, Hıristiyanlık dinini kabul ettikten sonra tapınak dördüncü yüzyılda John The Baptist (Vaftizci John) adına kiliseye çevrilir. Şam’ı fetheden Müslümanlar Hz. Ebu Ubeyde b. Cerrah’ın (r.a) gözetimi altında 635 yılında camiye çevirir. Bu tarihten sonra yapının doğu tarafı cami olarak Müslümanlara hizmet eder, batı tarafı ise kilise olarak Hıristiyanların mabedi olmaya devam eder. Yetmiş yıl boyunca aynı yapı hem kilise hem de cami olarak iki dinin ibadethanesi olur. Müslüman nüfusun zaman içinde artması sonucu cami olarak kullanılan bölüm yetersiz kaldığından binanın tamamı camiye çevrilir. 
Muammer Çelik: İsa Bey kardaşim, Maalesef Emeviye camisinin dönüştürülmesi ile ilgili yazdığın bilgi yanlış. İslam Ansiklopedisindeki bilgi aynen şöyler: 
Dımaşk’ın fethinin ardından (14/635) Romalılar’ın baştanrısı Jüpiter’in adını taşıyan mâbedin çevresi sütunlu, yüksek duvarlı büyük salonu Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ın gözetiminde camiye çevrilmiş, daha sonra bu caminin ihtiyacı karşılayamaması üzerine Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik (705-715) tarafından mâbed harabesinin batı tarafında bulunan kilise veya bir iddiaya göre sadece aradaki duvar yıktırılarak (, VII, 48, 49) bütün bu sahayı kaplayacak olan bugünkü büyük caminin inşası başlatılmıştır. Daha geniş bilgi için lütfen şu adrese b akabilirsin: https://islamansiklopedisi.org.tr/emeviyye-camii